Dünya ne kadar dönüyorsa o kadar küresel ısınıyoruz ve iklim de bir o kadar hızlı değişiyor. Peki dünyanın neresinde, kim olursak olalım eşit mi ısınıyoruz? İklim adaleti tam da bu eşitsizliğe parmak basıyor.
Dünyada insanın sebep olduğu tüm krizler gibi, iklim krizi de hiçbir insan ve canlıyı eşit ölçüde etkilemiyor. İklim krizini evrensel ve etik bir problem olarak ele almak, iklim değişikliği ile ortaya çıkan çeşitli yapısal eşitsizliklerin önüne geçmek için tek çare olarak sıklıkla gündeme getirilir oldu. Çünkü iklim adaleti, bu eşitsizliklerin önüne geçmek için küresel ısınmanın etkilerinin tüm canlılar tarafından eşit koşullarda deneyimlenmediğini ve bazı insanların diğerlerine göre daha dezavantajlı ve kırılgan konumda olduğunu fark etmekten geçiyor. İklim adaletinin yolu ise Fahrana Sultana’ya göre sınırlı kaynakları olan bir gezegende sonsuz kapitalist büyüme fetişinin sürdürülebilirlikten ne kadar uzak olduğunun bilincine varmakta yatıyor. Dünyayı küresel adalet ekseninde değiştirmek için ihtiyacımız olan düşünce ve eylem birliği; yani praksis, yapısal eşitsizlikleri engellemek için köklü sistemsel değişiklikler gerektiriyor. Etik ve insan hakları gibi, hesap verilebilirlik ve sorumluluk alma da iklim adaleti yaklaşımına dahil. (2021) Bir diğer ifadeyle tüm kırılgan gruplar için iklim adaletini sağlamak ancak entelektüel üretimin bilinçli eylem planıyla hayata geçmesi ile mümkün. Bu noktada iklim krizinde sorumluluk alması ve hesap vermesi gereken başlıca aktörler devletler. Fakat mesele devletten etkili politikalar beklemekle bitmiyor. Bilinçli vatandaşlık ve demokrasiye aktif katılım, iklim adaletini sağlamak için her kişinin atması gereken öncelikli adımlar. Çünkü ancak hesap sorabilen bilinçli vatandaşlar, devletleri hesap verilebilir kılar. Tracy Skillington’a göre, siyasal iktidar yapılarında reforma gidilmedikçe iklim adaletinin amaçlarına ulaşılması mümkün değil. Green Peace, Climate Justice ve Christian Aid gibi uluslararası aktörler özellikle demokrasi ve iklim adaleti arasındaki bağlantıya dikkat çekiyor çünkü iklim adaleti yalnızca sosyal bir konsept olmaktan öte tüm insanlığı ilgilendiren bir demokrasi meselesi. (2022)
İklim değişikliği, küresel ve bölgesel ölçekte ivedilikle müdahale gerektiren bir kamu sağlığı krizidir. İklim değişikliğinin aşırı sıcaklık, seller, orman yangınları, kuraklık ve hava kirliliği gibi etkileri günden güne fiziksel ve ruhsal sağlığımızı daha çok bozuyor. İklimdeki bu değişiklik istisnasız, dünyadaki herkesi etkilerken iklim olaylarının yarattığı hasarı giderebilmek ve yeni koşullara uyum sağlayabilmek için kaynaklara erişimi kısıtlı olan dezavantajlı gruplar en yüksek risk grubu olarak karşımıza çıkarıyor. (Schuler vd., 2022) İklim adaletinin odaklandığı üç temel dezavantaj grubu var. Öncelikle, coğrafi konuma bağlı olarak kırılganlığın yükseldiği grubun yaşam koşulları iklim mülteciliği ile sonlanma ihtimalini taşıyor. İkinci bir grup ekonomik olarak az gelişmişlik ile toplumsal cinsiyet ve sınıf temelinde yaşanan sosyoekonomik dezavantaj grubu. Son grup ise canlı, cansız ve hatta henüz var olmamış gelecek kuşakların yaşanabilir bir dünya hakkının şimdiden gasp edilmesi ile meydana geliyor. (Akkuş, 2021) İklim krizinin karşılaştırmalı etkileri arasındaki fark ülkelerin siyasi ve ekonomik gelişmişlik seviyesine göre bir hayli açılabiliyor. Bugün modern veya gelişmiş diye tabir ettiğimiz, liberal demokrasinin olgunluk çağındaki Batı Avrupa devletleri, küresel ısınmanın etkilerine karşı dünyanın kalanına göre çok daha hazırlıklıyken; ekonomik kalkınmada geride kalmış Afrika ülkelerine gittikçe durum bir hayli zorlaşıyor. Aynı doğrultuda iklim krizi ırk, cinsiyet, yaş ve sağlık gibi belirleyicilere göre de farklı gruplar üzerinde farklı etkiler yaratıyor. Kadınlar, çocuklar, heteronormativitenin dışında kalan tüm cinsel kimlikler, engelliler, yaşlılar gibi dezavantajlı grupların bu süreçte yüzleşmek zorunda kaldığı sonuçlar, üzerinde titizlik ve hassasiyetle durulması gereken kritik bir konu. Nitekim iklim değişikliği kapsamında alınacak tedbirlerin ve uygulanacak politikaların da bu hassasiyetler düşünülerek hazırlanması gerekiyor.
İklim krizi hâlihazırda var olan eşitsiz şartları daha da derinleştirirken iklim adaletinin sağlanması öncelikle bu eşitsizliğin fark edilmesinden geçiyor. Her şeyden önce iklim krizini etik ve siyasal bir problem olarak masaya yatırmak, bir teorik yaklaşım ve toplumsal hareket olan iklim adaletini mümkün kılmak için atılması gereken en önemli temel. Çünkü ancak o zaman söz konusu praksis gerçekleşebilir ve değişen iklim şartlarında derinleşen toplumsal, ekonomik ve siyasal eşitsizliklere değinilebilir; ülkelerin gelişmişlik seviyeleri veya toplumsal cinsiyet kaynaklı dezavantajlar kapsamında eylem ve politikalar hayata geçirilebilir.
Kaynakça
Akkuş, A. (2021). “Küresel Güney Bağlamında İklim Etiği ve İklim Adaleti Uygulamaları”. Cappadocia Journal of Area Studies. 2(3): 200 – 215. https://doi.org/10.38154/cjas.17
Schuler, K. , Grant, S. , Kim, A. , McCollam, L. , Neuharth, E. (2022). Climate Justice and Public Health in Minnesota: Equitable Solutions to the Climate Crisis. Health Proffesionals for a Healthy Climate.
Skillington, T. (2022). Climate Justice and Human Rights. Palgrave Macmillan. https://doi.org/10.1057/978-1-137-02281-3
Sultana, F. (2021). “Critical Climate Justice”. Geographical Journal. https://doi.org/10.1111/geoj.12417
Merve KIZILAY
Kalkınmada Kadının Sağlık Hakkı Derneği
İklim ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Çalışma Grubu Gönüllüsü